El cerrahisi, insan vücudunun omuzdan parmak uçlarına kadar uzanan ve “üst ekstremite” olarak adlandırılan bölgesinde yer alan yapıların hastalıklarıyla ilgilenen özel bir cerrahi alandır. Günlük yaşantımızda ellerimiz, hem temel ihtiyaçlarımızı karşılamak hem de iş gücünü sürdürebilmek açısından kritik öneme sahiptir. Dolayısıyla el fonksiyonlarını etkileyen her türlü rahatsızlık ister kısa süreli ister kalıcı olsun yaşam kalitemizi doğrudan etkileyebilir.
Üst ekstremite; kemikler, kaslar, tendonlar, bağ dokular, damarlar ve sinirlerin birbirine uyum içinde çalıştığı karmaşık ama son derece uyumlu bir yapıdır. Bu sistemin işleyişinde meydana gelen herhangi bir aksama, ister travmaya, ister doğuştan gelen bir duruma ya da kronik bir hastalığa bağlı olsun, el cerrahisinin ilgi alanına girer. Cerrahi müdahalelerin amacı bu uyumu yeniden kurmak, elin fonksiyonlarını geri kazandırmak ve kişinin yaşam kalitesini artırmaktır.
Doğuştan gelen el anomalileri de el cerrahisinin ilgi alanına girer. Parmakların ayrılmamış olması sindaktili, fazla parmak bulunması polidaktili ya da elin tam gelişmemesi gibi durumlar, bebeklik çağında tanı alarak cerrahi girişimle düzeltilmeye çalışılır. Bu tür müdahaleler, yalnızca görünümün değil, aynı zamanda temel el fonksiyonlarının kazanılması açısından da büyük önem taşır.
Doğumsal El Anomalilerinde Cerrahi Zamanı konulu youtube videomuz
Ayrıca, bağ dokularındaki yaralanmalar da önemli bir tedavi alanı oluşturur. El bileği gibi hareketli bölgelerde sık görülen ligament yırtıkları, ağrı ve kararsızlık hissine yol açabilir. Bu tür durumların tanı ve tedavisindeel bileği artroskopisi, hem minimal invaziv olması hem de iyileşme sürecini kısaltması açısından etkili bir yöntemdir. Artroskopi sayesinde bağ onarımları doğrudan ve hassas bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Tüm bu cerrahi uygulamaların ardından, bireye özgü planlanan rehabilitasyon süreçleri elin işlevselliğini yeniden kazanmasında büyük rol oynar. Cerrahi tedavi kadar, sonrasında uygulanan fizik tedavi de el cerrahisinin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Omuz kırığı, tıp dilinde “proksimal humerus kırığı” olarak adlandırılır ve özellikle düşme, trafik kazası ya da spor yaralanmaları sonrasında sıkça görülür. Bu tür kırıklar, omuz eklemini oluşturan üst kol kemiğinin (humerus) omuza yakın kısmında meydana gelir. Özellikle yaşlı bireylerde, kemik yoğunluğunun azalması nedeniyle daha sık karşılaşılırken, gençlerde ise yüksek enerjili travmalarla ortaya çıkar.
Omuz Kırığı Nedir?
Omuz kırığı, üst kol kemiğinin omuza en yakın bölgesinde meydana gelen çatlak veya tam kırık halidir. Bu kırıklar genellikle travma sonrası oluşur ve günlük yaşamı önemli ölçüde etkileyebilir. Proksimal humerus kırığı, omuz hareketlerini kısıtlayarak şiddetli omuz ağrısına ve fonksiyon kaybına yol açabilir.
Hastalar genellikle kolunu oynatmakta zorlanır, şişlik ve morluk gibi bulgularla karşılaşır. Doğru teşhis ve tedavi ile omuzun eski fonksiyonuna kavuşması mümkündür. Bu nedenle, doğru bilgiye ulaşmak ve uzman hekim desteği almak oldukça önemlidir.
Omuz Kırığı Belirtileri Nelerdir?
Bu hastalarda omuz ağrısı en sık karşılaşılan şikâyettir. Ağrı genellikle hareketle artar ve kişi kolunu kaldıramaz hale gelir. Şişlik, morarma, şekil bozukluğu ve hassasiyet diğer yaygın belirtilerdir.
Bazı hastalarda kırık fark edilmeyebilir ve ağrının sebebi başka bir sorun zannedilebilir. Bu nedenle travma sonrası gelişen omuz ağrısında hekime başvurmak hayati önem taşır. Röntgen ve gerekirse ileri görüntüleme yöntemleriyle doğru teşhis konulabilir.
Omuz Kırığı Tedavisi Nasıl Yapılır?
Omuz kırığı, yani proksimal humerus kırığı, her hastada aynı şekilde tedavi edilmez. Tedavi kararı, kırığın tipi, kırık parçalarının yer değiştirme derecesi, hastanın yaşı, genel sağlık durumu ve yaşam tarzına göre kişiye özel olarak belirlenir. Bazı omuz kırıkları cerrahiye gerek duyulmadan iyileşebilirken, bazıları ise ameliyatla tedavi edilmezse kalıcı hasarlara yol açabilir. Bu nedenle, omuz kırığı tedavisinde cerrahi ve cerrahi olmayan (konservatif) yöntemler arasında doğru seçimi yapmak çok önemlidir.
Konservatif tedavi, cerrahisiz bir yaklaşımdır ve genellikle kırık uçlarının yer değiştirmediği ya da çok az yer değiştirdiği durumlarda tercih edilir. Eğer kırık parçaları birbiriyle uyumlu şekilde hizalanmışsa ve omuz ekleminin doğal yapısı bozulmamışsa, vücut bu kırığı zamanla kendi kendine iyileştirebilir. Bu durumda hastaya genellikle omuz kol askısı ( velpau bandaj) veya kol askısı verilir ve birkaç hafta boyunca omuzun sabitlenmesi sağlanır. Düzenli görüntüleme ile kırığın doğru pozisyonda iyileşip iyileşmediği kontrol edilir. Kırığın kaynaması tamamlandığında fizik tedavi süreci başlatılır. Bu aşamada amaç, uzun süre sabit kalan omuzun yeniden hareket kazanması ve kasların güçlendirilmesidir. Özellikle yaşlı hastalarda, genel sağlık durumu cerrahiyi kaldıramayacak düzeydeyse veya kırık stabil ise konservatif tedavi oldukça etkili bir seçenektir.
Ancak bazı omuz kırıkları, cerrahi müdahale olmadan düzgün bir şekilde iyileşemez. Eğer kırık parçaları yerinden ciddi şekilde oynamışsa, kemik uçları birbirinden ayrılmışsa ya da birden fazla parça oluşmuşsa, cerrahi tedavi gerekebilir. Ayrıca kırık eklem yüzeyine uzanıyorsa veya omuz başının kan dolaşımı bozulmuşsa, ameliyat kaçınılmaz hale gelir. Cerrahi genellikle genç, aktif bireylerde ve işlevsel kaybın tolere edilemeyeceği durumlarda tercih edilir. Omuz kırığı ameliyatı sırasında kırık parçaları doğru anatomik pozisyona getirilir ve plak, vida ya da çivi gibi tespit materyalleriyle sabitlenir. Kırığın çok parçalı ve onarılamayacak durumda olduğu bazı yaşlı hastalarda ise omuz protezi uygulanabilir. Ameliyat sonrası iyileşme sürecinde omuzun yeniden eski hareket kabiliyetine kavuşabilmesi için düzenli fizik tedavi şarttır.
Cerrahi ve konservatif tedavi yöntemlerinin her birinin avantajları ve sınırlamaları vardır. Cerrahi olmayan tedavi, ameliyat risklerinden uzak olması açısından avantajlıdır; ancak iyileşme süresi daha uzun olabilir ve omuz hareketlerinde kısıtlılık gelişme riski taşır. Cerrahi tedavi ise daha hızlı ve anatomik iyileşme sağlama potansiyeline sahiptir, fakat her ameliyat gibi enfeksiyon, sinir yaralanması gibi komplikasyon riski de taşır. Bu nedenle omuz kırığı tedavisinde en doğru karar, ortopedi uzmanının değerlendirmesiyle hastanın bireysel durumu göz önüne alınarak verilmelidir.
Omuz kırığı tedavisinde erken tanı ve uygun tedavi yöntemi, hastanın yaşam kalitesini doğrudan etkiler. Travma sonrası gelişen şiddetli omuz ağrısı, kolu kaldıramama, şekil bozukluğu ya da morarma gibi belirtiler varsa zaman kaybetmeden bir ortopedi uzmanına başvurulmalıdır. Her omuz ağrısı basit bir kas sorunu olmayabilir; bu belirtiler, ciddi bir proksimal humerus kırığının işareti olabilir ve tedavi sürecinde geç kalınmaması son derece önemlidir.
Ameliyat Sonrası İyileşme Süreci
Kırık nedeniyle ameliyat geçiren hastalar için iyileşme süreci, uygulanan cerrahi tekniğe ve hastanın genel durumuna bağlı olarak değişkenlik gösterir. Ameliyattan sonra birkaç hafta kol askısında tutulabilir ve omuz hareketleri kademeli olarak başlatılır.
İlk dönemlerde istirahat ve basit egzersizler ön plandadır. İlerleyen haftalarda ise daha aktif rehabilitasyon süreci devreye girer. Omuz kırığı iyileşme süreci genellikle 6 ila 12 hafta arasında değişmekle birlikte, tam fonksiyonel iyileşme için fizik tedavi süreci büyük önem taşır.
Omuz Kırıklarında Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Proksimal humerus kırığı sonrası uygulanan fizik tedavi, omuzun tekrar eski hareket kabiliyetine kavuşması için gereklidir. Uzun süre hareketsiz kalan omuz eklemi, zamanla donabilir (donuk omuz gelişebilir) ve bu da iyileşme sürecini zorlaştırabilir.
Fizik tedavi sürecinde hastaya özel egzersiz programları düzenlenir. Bu egzersizler, omuz kaslarını güçlendirirken hareket kabiliyetini artırmayı hedefler. Ayrıca rehabilitasyon sürecinde manuel terapi, sıcak-soğuk uygulamalar ve elektroterapi gibi destekleyici yöntemler de kullanılabilir.
Ne Zaman Doktora Başvurmalı?
Düşme, çarpma veya herhangi bir travma sonrası gelişen omuz ağrısı, hareket kısıtlılığı ya da şekil bozukluğu fark ederseniz, zaman kaybetmeden bir ortopedi uzmanına başvurmalısınız. Kol kırığı veya omuz kırığı gibi durumlar, erken teşhis ve doğru tedavi ile çok daha başarılı şekilde tedavi edilebilir.
Unutmayın, her omuz ağrısı basit bir kas sorunu olmayabilir. Proksimal humerus kırığı gibi ciddi durumlar, ancak doğru tanı ve uygun müdahale ile kontrol altına alınabilir.
Aşil tendon yaralanması, özellikle spor yapan bireylerde görülen ciddi ancak tedavi edilebilir bir kas-iskelet sistemi problemidir. Vücudun en kalın ve en güçlü tendonu olan Aşil tendonu, baldır kaslarını topuk kemiğine bağlar ve yürürken, koşarken ya da zıplarken hayati bir görev üstlenir. Ancak bu kadar sağlam bir yapının bile zamanla yıpranabileceği unutulmamalıdır.
Gerek aşırı kullanım gerekse ani zorlanmalar sonucunda tendinopati, parsiyel yırtık ya da tam kat kopma (Aşil tendon rüptürü) gibi klinik tablolar gelişebilir. Bu yazı, Aşil tendon yaralanmalarının nedenlerini, klinik bulgularını, tanı yöntemlerini, konservatif ve cerrahi tedavi seçeneklerini, egzersiz protokollerini ve önleyici stratejileri hasta bilgilendirme odaklı bir yaklaşımla ele almaktadır.
Aşil Tendonu Yaralanması Neden Olur?
Aşil tendon yaralanmalarının altında yatan en yaygın neden, tendona tekrarlayan stres uygulanmasıdır. Bu durum çoğunlukla uzun mesafe koşucuları, sıçrama içeren sporlarda aktif olanlar ya da ani yüklenmelere maruz kalan kişilerde görülür. Yaş ilerledikçe tendonun elastikiyetini kaybetmesi, yetersiz ısınma ve germe egzersizlerinin ihmal edilmesi, uygun olmayan ayakkabı kullanımı ve anatomik ayak bozuklukları gibi birçok faktör, Aşil tendonuna binen yükü artırarak yıpranma sürecini hızlandırır. Ayrıca bazı sistemik hastalıklar ya da belirli ilaç grupları (örneğin florokinolon antibiyotikler) da tendon sağlığını olumsuz etkileyebilir.
Aşil tendonundaki yaralanmalar, çoğunlukla küçük lif hasarlarıyla başlar. Bu mikroyırtıklar zamanla birikir, tendon yapısında dejeneratif değişikliklere neden olur ve kronikleşen inflamasyon gelişir. Tendon kalınlaşır, esnekliğini kaybeder ve ağrılı hale gelir. Bu sürece “Aşil tendinopatisi” adı verilir. Zamanla bu zayıflayan doku ani bir zorlanmayla tamamen kopabilir. Tam kat kopmalarda tendonun devamlılığı bozulur, kas gücü iletimi durur ve ayak bileği plantar fleksiyon (parmak ucuna yükselme) fonksiyonu büyük ölçüde kaybedilir.
Aşil Tendonu Yaralanması Bulguları Nelerdir?
Aşil tendon yaralanmaları çoğunlukla topuk arkasında gelişen ağrı, sertlik ve hareketle artan rahatsızlık hissiyle başlar. Tendinopatilerde bu ağrı sabahları ya da uzun süre oturduktan sonra ayağa kalkıldığında belirginleşir, yürüdükçe bir miktar azalır, fakat gün sonunda tekrar artabilir. Tendon boyunca elle muayenede kalınlaşma ve hassasiyet fark edilir. Aktivite sonrası şişlik oluşması da yaygındır.
Tam kat kopmalarda tablo daha dramatiktir. Hasta çoğu zaman bir darbe almamasına rağmen arkadan vurulmuş gibi bir his tarif eder. Kopma sırasında ‘çıt’ ya da ‘pat’ şeklinde bir ses hissedilir. Ardından aniden ayağını kullanamama, parmak ucunda duramama ve yürürken aksama gelişir. Fizik muayenede kopma hattı palpe edilebilir ve ayak bileğini yukarı doğru esnetmeye çalışan testlerde kas gücünde belirgin azalma saptanır.
Tanı Nasıl Konulur?
Tanı, iyi alınmış bir hasta öyküsü ve detaylı fizik muayene ile büyük oranda konur. Ancak şüpheli durumlarda görüntüleme yöntemleri tanıyı netleştirmede önemli rol oynar. Ultrasonografi, tendonun yapısal bütünlüğünü değerlendirmek için hızlı ve erişilebilir bir seçenektir. Tendon kalınlığı, ödem varlığı ya da kopma hattı rahatlıkla görülebilir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ise daha detaylı bilgi sağlayarak yırtığın tam yerini, boyutunu ve eşlik eden yumuşak doku hasarlarını göstermede oldukça etkilidir.
Aşil Tendonu Yaralanmasında Ameliyatsız Tedavi
Aşil tendinopatilerinde ilk tercih genellikle cerrahi dışı tedavilerdir. Bu süreçte amaç, tendon üzerindeki yükü azaltmak ve iyileşme sürecini desteklemektir. İlk aşamada aktivite kısıtlaması, istirahat, buz uygulaması ve uygun topuk desteği içeren ayakkabı veya tabanlık kullanımı önerilir. Nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAID’ler) ağrının kontrolünde yararlıdır. Fizik tedavi uygulamaları, özellikle eksantrik egzersizler (tendon uzunluğu boyunca kasılarak yapılan hareketler), tendon iyileşmesini tetikleyebilir. Ultrason eşliğinde yapılan derin doku masajı, elektroterapi ve şok dalga tedavisi (ESWT) de sık kullanılan yöntemler arasındadır. Kısmi yırtıklarda, özel ortezler ya da botlar kullanılarak tendonun dinlendirilmesi sağlanabilir.
Ameliyatlı Tedaviler T
Konservatif yaklaşımlarla düzelmeyen veya tam kat kopma ile başvuran olgularda cerrahi tedavi gündeme gelir. Aşil tendon rüptürü cerrahi olarak onarılırken, bazen yırtık alanın kapatılamadığı durumlarda çevre kaslardan doku transferleri yapılabilir. Cerrahinin açık ya da minimal invaziv tekniklerle yapılması hastanın özelliklerine göre belirlenir. Son yıllarda PRP (Platelet Rich Plasma) enjeksiyonları gibi biyolojik ajanlar da tendinopati tedavisinde denenmektedir. Cerrahi sonrası rehabilitasyon süreci oldukça kritiktir ve fizyoterapi eşliğinde kontrollü yüklenme ve kademeli egzersiz programları uygulanmalıdır.
Egzersiz Protokolleri
Aşil tendon problemlerinin yönetiminde egzersiz en az tedavi kadar önemlidir. Özellikle eksantrik baldır egzersizleri, tendonun biyomekanik yapısını güçlendirerek iyileşmeyi destekler. Duvar itme, step üzerinde topuk düşürme ve elastik dirençle yapılan plantar fleksiyon egzersizleri bu süreçte sık kullanılır. Egzersizlerin şiddeti ve süresi fizyoterapist kontrolünde kişiye göre belirlenmeli ve ağrıya neden olmadan ilerletilmelidir. Ameliyat sonrası dönemde ise egzersizler, önce pasif hareketler, ardından aktif hareketler ve sonrasında kuvvetlendirici uygulamalar şeklinde ilerler.
Aşil tendon yaralanmalarının önlenmesinde düzenli esneme ve kuvvetlendirme egzersizleri kritik öneme sahiptir. Spor öncesi yeterli ısınma yapılmalı, özellikle baldır kasları dikkatle gerilmelidir. Yüksek darbeli aktiviteler sırasında uygun ayakkabı kullanımı, antrenman zeminlerinin değiştirilmemesi ve ani aktivite artışlarından kaçınılması önerilir. Ayak yapısına uygun ortopedik destekler kullanmak, tendona binen stresi azaltarak koruyucu bir etki sağlar. Ayrıca vücut ağırlığının dengede tutulması ve spor sonrası soğuma egzersizlerine zaman ayrılması da riski azaltan önemli unsurlardandır.
Haglund deformitesi, ayak topuğunun arka kısmında kemik çıkıntısı oluşmasıyla karakterize, ağrılı ve fonksiyon kısıtlayıcı bir ayak problemidir. Özellikle ayakkabının topuk bölgesine baskı yapması sonucu bu çıkıntının iltihaplanması ya da aşil tendonu ile olan ilişkisi nedeniyle tendinit gelişmesi sık görülür. Ayakkabı vurması hissi, topuk arkasında şişlik ve sertlik bu deformitenin tipik belirtilerindendir. Bu yazı, “Haglund sendromu nedir?”, “topuk arkasında kemik çıkıntısı”, “ayağın arka kısmında şişlik” gibi hastaların sık arattığı konuları kapsamlı biçimde ele alırken, tedavi ve önleme yollarına da değinmektedir.
Haglund Deformitesi Neden Oluşur?
Haglund deformitesinin kesin nedeni tam olarak bilinmese de, topuk kemiğinin arka-üst kısmındaki yapısal eğimin normalden daha dik olması bu tabloya zemin hazırlar. Bu yapısal özellik, ayakkabının topuğa baskı yapmasına neden olur ve zamanla bu bölgede kemik dokusu artışı meydana gelir. Ayakta yüksek kavis (pes cavus), aşırı sert topuklu ayakkabı kullanımı, dar ayakkabılar ve uzun süreli ayakta kalma gibi faktörler de bu süreci hızlandırır. Özellikle kadınlarda ve genç erişkinlerde daha sık görülür.
Nasıl Gelişir?
Topuk arkasındaki kemik çıkıntısı, tekrarlayan sürtünmelerle çevre dokularda tahrişe neden olur. Bu tahriş sonucunda bölgede ödem, iltihap ve bazen yumuşak doku kistleri oluşabilir. Aşil tendonunun bu çıkıntıya yakın seyretmesi nedeniyle tendon iltihabı (tendinit) gelişebilir. Deformitenin ilerlemesiyle birlikte topukta kalıcı bir şişlik, ayakkabı giymede zorluk ve zaman zaman yürüme güçlüğü ortaya çıkabilir. Bu süreç tedavi edilmediğinde kronik ağrıya ve tendon hasarına yol açabilir.
Belirtileri Nelerdir?
En sık görülen belirti, topuk arkasında ağrı ve şişliktir. Bu bölgeye dokunmakla hassasiyet artar. Sıklıkla ayakkabının vurduğu kısımda, kemiksi bir sertlik hissedilir. Yürürken veya koşarken ağrı artabilir, dinlenmeyle kısmen azalır. Bazı hastalarda ayakkabı giymek zorlaşır, çünkü deformite ayakkabının iç yüzeyine baskı yapar. Aşil tendonuna yakınlık nedeniyle, sabah ilk adımlarda ağrı ya da tendon bölgesinde gerginlik hissi de tabloya eşlik edebilir.
Tanı Nasıl Konur?
Tanı, genellikle hastanın şikayetleri ve fizik muayene bulgularına dayanır. Ayak arkasındaki şişlik, kızarıklık ve kemik çıkıntısı muayenede belirgin olarak fark edilir. Kesin tanı için ayak grafileri kullanılır; bu görüntüleme yöntemiyle topuk kemiğindeki çıkıntının boyutu ve şekli değerlendirilir. Gerekli durumlarda, yumuşak doku tutulumunu ve aşil tendonunun durumunu değerlendirmek amacıyla ultrasonografi ya da manyetik rezonans görüntüleme (MRG) de yapılabilir.
Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Haglund deformitesinde tedaviye genellikle cerrahi dışı yöntemlerle başlanır. İlk aşamada ayakkabı seçimi büyük önem taşır; yumuşak arka yüzeye sahip, topuğu kavrayan ama baskı yapmayan modeller tercih edilmelidir. İltihaplı dönemde istirahat, buz uygulaması ve uygun ağrı kesici ilaçlarla şikayetler hafifletilebilir. Ayak arkını destekleyen ortopedik tabanlıklar, aşil tendonuna binen yükü azaltarak rahatlama sağlayabilir. Fizik tedavi uygulamaları ve germe egzersizleri de kas-iskelet yapısının dengelenmesinde etkili olabilir.
Konservatif yöntemlerle yanıt alınamayan, şikayetleri uzun süredir devam eden hastalarda cerrahi seçenekler gündeme gelir. Cerrahi müdahale ile topuk arkasındaki fazla kemik dokusu çıkarılır ve gerekiyorsa aşil tendon çevresindeki dokulara da müdahale edilir. Cerrahi sonrası iyileşme sürecinde geçici yük kısıtlaması ve fizik tedavi uygulamaları planlanır.
Egzersiz ve Rehabilitasyon Yaklaşımı
Topuk bölgesindeki gerginliği azaltmak amacıyla baldır ve aşil tendonu odaklı esneme egzersizleri tedaviye eklenebilir. Ayakta duvar itme, merdiven kenarında topuk düşürme egzersizleri ve yumuşak yüzey masajları bu süreçte önerilir. Egzersizler özellikle sabah saatlerinde, kaslar soğukken dikkatli şekilde yapılmalı; ağrıya neden oluyorsa ara verilmelidir. Cerrahi sonrası dönemde rehabilitasyon, tendon ve kas kuvvetinin tekrar kazanılması açısından önemlidir.
Nasıl Önlenir?
Haglund deformitesinin önlenmesinde en etkili strateji, ayak yapısına uygun ayakkabı seçimidir. Sert arka yüzeye sahip, dar kalıplı ve yüksek topuklu ayakkabılar bu problemi tetikleyebilir. Günlük kullanımda topuk kısmı yumuşak destekli ayakkabılar tercih edilmeli, sportif aktiviteler öncesinde ayak bileği ve baldır kasları ısınma hareketleriyle hazırlanmalıdır. Ayakta yüksek kavis ya da yapısal bozukluklar varsa ortopedik destekler erken dönemde kullanılmalı, ağrı başladığında ise vakit kaybetmeden bir ortopedi uzmanına başvurulmalıdır.